22 Şubat 2012 Çarşamba

L'illusionniste

Hay bin 3d,haybin boku çıkan teknoloji.Veriler uçuşuyor, şu kadar insan şu kadar zart girişi yapmış zurt sosyal paylaşım sitesine.Böyle sinema salonları varmış macera dolu amerikada hem hissediyormuşsun, hem izliyormuşsun. O kadar insan boşu boşuna yazdı, çizdi, düşündü değil mi.Şimdi sanatın neliğine ilişkin ya da estetik kavramı hakkında konuşmayalım uzun uzadıya.Hakkında bir dolu kitap var açın okuyun bir zahmet.Bakir bırakın demiyeceğim sanatı o başka bir tartışmanın konusu ama tecavüz ediyorsunuz alanen be.Ben sevmiyorum bu 3d denen mereti, sevmeyeceğimde.Benjamin'in "Tekniğin olanaklarıyla üretilebildiği çağda sanat yapıtı" adlı makalesinde....Korkmayın alıntı yapmayacağım.
Sylvain Chomet'in, L'illusionniste nasılda ilaç gibi geldi,dağdan döne döne inen ayyaş misali nasılda mutlu olduk bizler "biraraya gelsek 3d'cilerin ağzını burnunu fena halde kırarız" timi.Fransızca bilgisi illede Jötem'den ileriye gidemeyenlerin bile anlayacağı bir animasyon bu canına kurban olduğum.Anlattırmayın bana,izleyin.

5 Şubat 2012 Pazar

Lars von Trier'i Nasıl Bilirdiniz?


Oysaki ne kadar masum duygularla başlamıştı her şey değil mi?Biz biraseverlerin kabesi sayılan Danimarka'dan bir adam çıktı, Dogma 95 diye bir manifesto yayınladı, güzel güzel filmler çekti, bizleri burada ihya etti.Tüm kuralları birer birer işlevsizleştirirken, farkında olmaksızın yavaş yavaş kendisi artık işlevsiz bir noktaya savruluverdi.Bugün burada Lars Von Trier'i sanattaki son yolculuğuna uğurlamak için bulunuyoruz.Biz dostları olarak derin bir "Melankoli" içerisindeyiz, saçmalamazsak affetmeyin.
Hamlet bile anlayamamışken Danimarka'yı, Trier'in duyguyu anlayışını çok sevmiştim ben."Dalgaları Aşmak" ve "Karanlıkta Dans"ta kalabilseydim keşke.Turgut Uyar'ın tabiriyle "onu haşre kadar öyle anımsasaydım".Ama olmadı, olamadı.İyi bir filmi ayakkabıda kalmış taşa benzeten, provake ederek insanları düşünmeyen sevkeden bu adam iç dünyasında artık ne olduysa "Anti-Christ" ve "Melancholia" ile iyice şirazesinden çıktı.Kadın düşmanlığı, insana dair korkunç bir ümitsizlik, dünyanın orta yerinden çat diye çatlamasını isteyecek kadar teslimiyet, havada kalmış gibi görünen aslında alt metni çok belli dini göndermeler...
İnsan düşünüyor ister istemez, hele ki ustamız Angelopoulos'u daha yeni kaybetmişken, "insan neden bu kadar savrulur" diye? Yine de onu aklamaya, meseleyi kafamda rasyonalize etmeye çalışıyorum ama bilimsellikten uzak bu tavır tabi ki meseleyi çözmeye yetmiyor.
Bardağı taşıran son damla "Melancholia" olduğuna göre, oradan yürüyebiliriz belki. "Anti-Christ"i izleyip onunla arama belli bir mesafe koyduktan sonra, belki bu uzaklığı kapatabiliriz umudu ile beklemeye başladım filmi. Beklentilerim yüksekti, hatasını anlayıp geri dönen eski dostumla yılların acısını çıkartacık, daha iyi çok daha iyi filmler çekecekti.Sinsi bir film bir kere Melancholia.Umutsuzluğun ötesinde başka şeyler var.Kayıtsızlık, bilim karşısında galebe çalan metafizik, dini göndermeler, insanın doğasının aslında "kötücül" olduğuna ilişkin bence hristiyan etimolojisi ile son derece bağlaşık önermeler...Boşuna beklemişim eski dostuma yeniden kavuşabilmek için, umut fakirin ekmeği değilde, Nietzsche'nin tabiriyle "katiliymiş", bir kez daha anlamış oldum.