Tezer Özlü'nün 1983'te 'Bir İntiharın İzinde' adıyla yazdığı, dilimize bir sene sonra 'Yaşamın Ucuna Yolculuk' olarak çevrilen kitabını okuyorum ve uyumadan önce okunmasa iyi olurmuş gibi geliyor bana.
Yaşamın ucuna yolculuk yapan bu kadının yolları, bulutları, gökyüzünü, mısır tarlalarını izlerken duyduğu hayranlığın beni uyutmaması beklediğim bir şey ama içine sancılar katılmış uykusuzluklar gelince başıma, yatağın içinde döne döne oluşturduğum çukur giderek büyüyor ve tutunmasam beni yutacak zannediyorum. Çünkü öylesine güçlü sıralıyor ki bu kadın duygularının sözcük karşılıklarını.. Yalnızlığından, bağımsızlığından aldığı kuvvete imrenirken bir anda alaşağı ediyor insanı, neye uğradığını şaşırıyorsun. Kafka'nın mezarını ziyaret ettiğinde bu incecik kadın şunları söylüyor da, üzerinize Kafka'nın babası oturmuş gibi hissediyorsunuz. " Neden buradaki yeşil, yabansı sesizlik şimdi sana içinde yaşamak zorunda bırakıldığın dünyayı unutturuyor. Aynı dünyanın en derin acısını Kafka çektiği için mi rahatsın onun mezarı başında. Hiçbir yere gitmek istemezcesine. Babası, ardından da annesi aynı mezara gömülmüş. Şimdi Viyana'da Kafka'nın babasına mektubunu düşünüyorsun. Yaşamı süresinde baskısı üzerinden kalkmayan babanın, mezarda da onun üzerine yattığını.." O an kitabın üzerinde dondurduğum bakışlarım, kulaklarımda bir uğultu ile hem Özlü'nün acısını, hem Kafka'nın ezilişini duyuyorum.
Bu kadının iğde yumuşaklığını seviyorum, bu kadının Pavese'nin 'kendini bir buz parçası içindeki balığa' benzetişini sevmesini de seviyorum ve sonra bu kadının 42 yaşındaki omuzuna yaslanmak istiyorum, içimden geçirerek tüm mısır tarlalarını ve bulutları..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder